Paramız, aşkımız, sağlığımız, oyumuz ve gelecekteki soyumuz… Hepsi algoritmaya teslim oldu.
İnsanlık yüzyıllar boyunca bazı odaları mahrem kabul etti: kasadaki para, kalpteki aşk, bedendeki sağlık, ölümün gizemi, doğumun mucizesi ve inancın sırrı… Bu kapılar kutsaldı. Şimdi hepsi kırıldı, ardına kadar açıldı.
Borsadan başlayalım. Küçük yatırımcı için yıllarca bir kumarhaneydi; bilen kazandı, bilmeyen kaybetti. Bugün artık kasanın sahibi makineler. Bilançoları, tedarik zincirlerini, haber akışlarını, hatta patronların yüzündeki en küçük ifadeyi bile okuyarak geleceği yazıyorlar. MIT'de yapılan bir araştırmada, bir CEO'nun yüz kaslarındaki mikro hareketlerden hisse senedinin yönü yüzde 70'e varan doğrulukla tahmin edildi. Kaybetmek artık tesadüf değil, önceden kurgulanmış bir senaryo. Masa baştan hileli, zar çoktan makineler adına atıldı. Ama şu soru hâlâ yakıcı: Kaybedenin olmadığı bir oyun hâlâ oyun mudur, yoksa sahnelenmiş bir illüzyon mu?
Aşkın sırrı da teslim alındı. Telefonlarımıza düşen reklamlar, mesajlarımız, emojilerimiz, gözlerimizin içine düşen küçücük bir parıltı bile algoritmaların masasında. Uyum tabloları çıkarılıyor, "işte ruh ikizin" deniyor. Ama boşanmalar azalmıyor. Çünkü aşk yalnızca uyum değildir; yanılmayı göze almaktır. Kalbin ateşini makine yakamaz, sadece kopyalar. Aşkın mahremi ölçüye sığmaz; çünkü hata yapabilme cesaretiyle insandır.
Sağlık artık şeffaf bir dosya. Bir damla kan geleceğinizi satır satır deşifre ediyor. Kaç yıl sonra hangi hastalıkla yüzleşeceğiniz, hangi risklerle boğuşacağınız hesaplanıyor. Her hücre bir satıra, her nefes bir veriye dönüştü. Bu bilgiler hayat kurtarır, evet; ama büyük soru şudur: Bu dosyanın sahibi siz misiniz, yoksa sigorta şirketleri mi? Sağlık ticarete dönüştüğünde, en ağır faturayı her zaman en savunmasız olan öder. Bu tablo, Foucault'nun gözetim toplumunun dijital çağdaki en acımasız biçimidir.
Ölüm bile artık yüzdelerin soğuk hücrelerine hapsedildi. Yaşınıza, alışkanlıklarınıza, DNA'nıza bakıp size şu cümle kurulabiliyor: "On yılın kaldı. Şu alışkanlıklarını değiştirirsen birkaç yıl daha eklersin." Vatandaş bunu umutla okur; felsefeci sorar: Sonunu bilen insan nasıl yaşar? Ölümün bilinmezliği, hayatı değerli kılan son sır değil miydi? Ölümün sırrı çözülürse, yaşamın anlamı da çöker.
Doğumun mucizesi zincirlendi. Daha doğmadan bebeklere "genetik puan" veriliyor. Zekâsı, ömrü, hastalık ihtimalleri önceden hesaplanıyor. Londra'daki bazı kliniklerde embriyolar, adeta bir sınav kâğıdı gibi puanlanarak seçiliyor. Doğumun en büyük sırrı, öngörülemez oluşudur; onu cetvellere hapsetmek mucizeyi öldürmektir.
Ve geriye inanç kaldı. Bugün yardımlarımız, öfkelerimiz, cimriliklerimiz bile dijital iz bırakıyor. Bir gün ekranınızda şu satır belirse şaşırmayın: "Merhamet: yüksek. Adalet: orta. Sabır: düşük." Ama hiçbir din, hiçbir inanç imanını yüzdelere indirmez. İnanç, belirsizliğe rağmen güvenmektir; samimiyet ise hiçbir makinenin okuyamayacağı en derin sırdır. Burada Müslüman da, Hristiyan da, Budist de aynı noktada birleşir: kurtuluş algoritmalarda değil, niyettedir.
Siyaset de bu kuşatmadan kaçamadı. Seçimler artık meydanlarda değil, ekranlarda kazanılıyor. Kime hangi mesajın gösterileceğine, hangi görüntünün hangi saatte servis edileceğine makineler karar veriyor. Vatandaş sandığa giderken gerçekten özgür mü, yoksa baştan yazılmış bir oyunun figüranı mı? Sandık artık meydanda değil, ekranın karanlık odasında kuruluyor. Demokrasi yalnızca Türkiye'de değil, Amerika'dan Afrika'ya kadar vitrinde parlıyor olabilir; ama arka odada irade sessizce algoritmaların vesayetine devrediliyor.
Paranın sırrı çözüldü, aşkın mahremi deşifre edildi, sağlık dosyası açıldı, ölüm yüzdelere hapsedildi, doğum puana zincirlendi, inanç ölçülmeye kalkışıldı, siyaset bile makinelerin eline bırakıldı. Ama unutmayalım: Mahremi çözmek, sırrı açmak değil, sırrın anlamını kaybetmektir.
Doğumdan ahirete kadar her şey ölçülebilir; ama samimiyet, teslimiyet ve kalbin en gizli niyeti asla.
ALGORİTMALAR ÖLÜMÜ SAYILARA DÖKER, AMA RUHUN TERAZİSİNİ ASLA ELİNDE TUTAMAZ.
ÇETİN AY
BWA / BAŞKANI