Söylediği her cümle, Türkiye’nin çevresinde sessizce örülen tehlikeli bir kuşatmanın işaret kodlarını taşıyor. Bu sözler diplomasi değil; yaklaşan büyük bir jeopolitik müdahalenin ateşleyicisidir. Görmeyen kaybeder, geciken bedel öder.
“Türkiye–Yunanistan medeniyet ortaklığı” çağrısı kulağa hoş gelse de gerçekte Ege’den Doğu Akdeniz’e kadar uzanan geniş hatta Yunan tezlerini Türkiye’ye kabul ettirme çabasıdır. Güzel sözlerle harita oynatma taktiği bu coğrafyada yeni değildir; önce tebessüm edilir, sonra toprak hedeflenir. Aynı paketin içinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması talebi de vardır. Bu okul bir eğitim kurumu değil, Lozan’ın tartışılması için aralanan kapıdır. Ekümenik statü üzerinden Türkiye’nin iç düzenine müdahale etmenin yumuşak yöntemidir.
En tehlikeli mesaj ise “Ulus devlet dönemi bitti” cümlesidir. Bu söz masum değildir. Bu, Türkiye’nin üniter yapısını gevşetme, kimliğini sulandırma ve devleti esnetme girişiminin teorik zeminidir. Ulus devlet giderse vatanın bütünlüğü de gider. Bu söylem, Türkiye’yi çok kimlikli, gevşek, kolay yönlendirilebilir bir yapıya dönüştürmek isteyenlerin ağzından düşmez. Bu devleti ayakta tutan milletin birliği, devletin omurgası ve Türk kimliğinin taşıyıcılığıdır.
Hazar–Akdeniz koridoru söylemi de bu planın ekonomik yüzüdür. Türkiye’yi merkezde gösteriyorlar ama gerçek tam tersidir: Enerji hatlarını Türkiye’nin kontrolünden çıkarıp batının denetimine verme planıdır. Türkiye’nin kazanan değil, sadece “geçiş ülkesi” olmasını isterler. Coğrafya bizim ama kontrol başkasının… Bu, Türk milletinin karakterine, devlet aklına ve tarihsel duruşuna aykırı bir modeldir.
Bugün Türkiye’ye yönelen bu yumuşak kuşatma sadece diplomatik bir oyun değildir. Türk Dünyası’nın bağlarını zayıflatma, Ankara–Bakü hattını gevşetme, İstanbul’u devletin üzerinde bir küresel merkeze dönüştürme ve Türkiye’nin Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar kurduğu bağımsız hatları kırma girişimidir. Kelimeler yumuşak ama hedef çok serttir: Türkiye’yi daha sessiz, daha uyumlu, daha yönetilebilir hâle getirmek.
Biz bu filmi daha önce gördük. Bu milletin, bu devletin, bu ordunun hafızası güçlüdür. Osmanlı önce kültürle, dinle, ekonomik vaatlerle kuşatıldı; çöküş çok sonra geldi. Bugün kullanılan dil birebir aynıdır. Ama Türkiye eski Türkiye değildir; ne sahada geri çekilir, ne masada teslim olur, ne de kaderini başkasına yazdırır.
Bu noktada yapılması gereken iki şey vardır.
Birincisi, Türkiye’nin kimliğini, üniter yapısını ve egemenlik haklarını tartışmaya açacak her girişim daha ilk cümlede durdurulmalıdır.
İkincisi, enerji koridorları, güvenlik hatları, jeopolitik ittifaklar ve Türk Dünyası bağları daha da güçlendirilerek bu baskı tamamen boşa çıkarılmalıdır.
Devlet aklı bunu görür, asker bunu okur, millet bunu hisseder.
Bu toprakların sahibi Türk milletidir.
Bu devletin kalkanı Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Biz gölgemizde değil, gücümüzde yürürüz.
Türkiye 550 milyar dolar borçlu; 42 milyon 400 bin vatandaş bankalara mahkûm.
Yıllarca biriken stratejik devlet kurumlarının elden çıkarılması, Türkiye’nin ekonomik omurgasında ciddi bir zayıflama yarattı.
Adliyelerdeki 30 milyon dava dosyası, milletin nefesinin kesildiğini gösteriyor. Vatandaş kendi derdine gömülürken, Türkiye’nin üzerindeki büyük oyun sessizce ilerliyor. 548 milyar dolarlık borcun gerçek sebebi bu mudur?
Ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin dış baskılara daha açık bir zemine itildiği yönündeki kaygıları artırıyor.
Bu borçlanmalar ve peş peşe yapılan özelleştirmeler, Türkiye’nin geleceğini etkileyecek çok daha büyük bir oyunun altyapısını mı oluşturuyor sorusu bugün toplumda yüksek sesle konuşuluyor.
Ve herkes bilsin:
Türkiye’ye rol biçen çok oldu; ama Türkiye o rolleri yırtıp atan bir millettir.
Bugün de öyle olacak. Türkiye teslim olmaz; Türkiye yön verir.
Çetin Ay
BWA BAŞKANI