Ruhu gören olmadı. Ama yokluğunu kanıtlayan da olmadı. Elektriği kimse görmez; fakat ampulü yakar, fırtınayı ışıkla doldurur. Ruh da böyledir: Görünmez, ama varlığını hissettirir.
İnsanlık, yüzyıllardır aynı gerçeğin etrafında dönüyor. Et ve kemikten ibaret bir varlık mıyız, yoksa bilincin taşıdığı görünmez bir öz mü? Din, ruhu ilahî bir nefha olarak anlattı. Bilim, bilinci anlamaya çalışıyor ama hâlâ kesin bir cevabı yok. Tesla, bundan bir asır önce şunu söyledi:
“Ben inanmıyorum, biliyorum.”
Ve ekledi: “Evrenin sırlarını anlamak için enerji, frekans ve titreşimi düşün.”
Fizik, en temel yasasını hatırlatıyor: Enerji yok olmaz, yalnızca form değiştirir. Eğer biz gerçekten enerji isek, ölüm bir son değil, bir dönüşümdür. Kuantum fiziği, evrenin özünde titreşimin hâkim olduğunu söylüyor. Bilinç, sadece beyin hücrelerinin kimyasıyla açıklanamıyor. Roger Penrose gibi fizikçiler, bilincin kuantum düzeyde oluştuğunu öne sürüyor. Bu kanıtlanmış bir gerçek değil; ama gün geçtikçe güç kazanan bir hipotez.
Bugün kuantum biyolojiden biliyoruz: Fotosentezde enerji transferi, kuşların yön bulma mekanizması kuantum etkilerle gerçekleşiyor. Yaşamın temeli bile bu düzenle işliyor. Nörobilim ise hâlâ bilincin nasıl ortaya çıktığını açıklayamıyor. Beyin ölçülebiliyor, nöronlar incelenebiliyor; ama düşüncenin, benlik hissinin nerede doğduğunu kimse gösteremiyor.
Belki de ruh, bu bilinç denen derin yapının özünde. Beden bir anten, ruh bir sinyal gibi. Anten kırıldığında sinyal kaybolmuyor; sadece başka bir düzleme geçiyor. Ölüm, bir yok oluş değil, format değişimi olabilir. Klinik ölümden dönen insanların deneyimleri de bunu destekler nitelikte. Bedenden ayrılma hissi, ışık algısı, zamanın yok olması… Bilim bu olguları inkâr etmiyor, sadece anlamlandıramıyor.
Kur’an bu gerçeği asırlardır dile getiriyor:
“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.” (İsrâ 17/85)
Ve dönüşü bildiriyor:
“Sizi ilk defa yarattığımız gibi yine bize döneceksiniz.” (Enbiyâ 21/104)
Fizik yasası “enerji yok olmaz” diyor, Kur’an “aslına dönersiniz” diyor. İkisi de yok oluşu değil, dönüşümü anlatıyor. Ölüm, bir kapanış değil; yeni bir başlangıcın kapısı.
Belki hakikati teleskoplarla değil, kendi içimizde titreşen bir osilatörle keşfedeceğiz. Çünkü gerçek, gökyüzünde değil, bilincin en derin katmanlarında saklı. O gün anlayacağız: Ruh bir hayal değil; varlığın en gerçek formu. Ölüm, bir kayıp değil; evrensel bir güncelleme.
Unutma:
Belki ölüm, kapanan bir kapı değil; titreşen bir yankıdır.
Ve bütün bu arayış, kutsal kitapların söylediği hakikatin başka bir dilde ifadesinden ibaret. Bilim anlamaya çalışıyor, inanç biliyor. İkisi buluştuğunda insan, kendini bulacak.